29 Eylül 2012 Cumartesi

Karşı Cinslerin Arkadaşlığı Sorunsalı


Tüm kadınların da kabul edeceği gibi kadınlar arasındaki ilişki oldukça zordur. Bunu kadınlara tek tek sorsanız bin bir türlü neden sayarlar. Kıskançlığından dedikoduculuğuna, kem gözlülüğüne hatta çirkinliğine varan nedenler sürerler ortaya. Tabi en yakın arkadaşının diğerlerinden farklı olduğunu ve ikisinin bu konuda aynı şekilde düşündüğünü de ekleyiverirler. Kadın cinsi hemcinsine sayıp sövmekte oldukça isteklidir. İşte kadınlar arası ilişkiyi zorlaştıran da bu aslında. Böyle durumlarda ise bizlerin bulduğu çözüm şudur;


“Ya, ben kızlarla anlaşamıyorum. Benim bütün arkadaşlarım erkek.”


Oysaki bunu söyleyen hanım kızımız karşı cinsle, ne kadar “Biz kardeş gibiyiz, tımam mııı?” dese de arkadaş olarak görülemeyeceklerini bilir. Toplumda hep bir önyargı vardır kadın-erkek arkadaşlığına karşı. Bu sadece bizim toplumumuza özgü de değil, birkaç yabancı siteye bakarsan orada da şuna benzer bir düşünce olduğunu göreceksin;


“Erkek kızın peşinde, kız da bunu biliyor ama arkadaşlığın arkasına sığınıyor.” Yani kısaca “Kız vermiyor.”


Yabancılar bu duruma ‘friendzone’ adını vermiş. Yani erkeğin hoşlandığı kız tarafından arkadaş olarak adlandırılıp aralarında başlayacak herhangi bir ilişkiye engel konulması anlamına geliyor. Bu durumun tam tersi de yaşanabiliyor ama genel bakış erkeklerin daha çok ‘friendzone’a düşmesi üzerine. Aslında pek de haksız sayılmazlar.


Şimdi dışarı çıksak, önümüze çıkan 50 kadına ve 50 adama, “Bir kadın ve bir erkek arkadaş kalabilir mi?” desek kadınların %98’i (küsurat güzel duruyor diye koydum ama ana fikri kadınların geneli), erkeklerin de %1’i (bunu da 0 olmasın diye böyle yaptım, şu hesaplamada bir yarım adama denk geliyor ama olsun) bu duruma olumlu cevap verir. Bu durumdan çıkartmamız gereken asıl kanı ise şudur;


Kadın erkek arkadaşlığına asıl engel olan şey erkeklerin kendisidir.


Peki neden? Şimdi, bir erkek olmadığım için buraya kesin yargılar yazamam ama gözlemlediğim kadarıyla cevaplayayım. Erkekler için birinci öncelik her ne kadar güzellik gibi görünse de değildir. Bir kadın ve bir erkek arkadaş olduklarında erkek için güzelliğin önemi birkaç basamak düşüyor. Erkek genellikle şöyle düşünüyor, “Bu kızla biz iyi anlaşıyoruz, bakarsan yüzüne bakılmayacak gibi de değil, zevklerimizi falan da uyuşuyor. Olur mu? Olur.” Ama hanım kızımız öyle mi? (Belirli bir kısmı genellememin dışında tutuyorum) Kızımız için yakışıklılık, zenginlik, karizma ya da artık o hangisine daha çok önem veriyorsa yerini kolay kolay diğer özelliklere bırakmıyor. O adamı kabul etmesi için ya bir şekilde sevmeye başlaması gerekiyor ya da son çare olarak beyefendiye evet diyor.


Hangisi doğrudur hangisi yanlıştır buna ben karar veremem. Zaten amacım böyle bir sonuca varmak da değil. Geleceğim nokta şurası, biz kadınlar bu gerçeğin farkındayız aslında. Sanıyor musunuz ki en yakın kız arkadaşınız geceleri onu düşündüğünüzü bilmiyor? Hadi canım oradan, sadece bilmezden geliyor. “Ben kızlarla anlaşamıyorum, o yüzden tüm arkadaşlarım erkektir.” Bu cümlenin nasıl bir özgüven ve haz verdiğini bilemezsiniz siz. İşte o hanım kızımız da bu cümleyi kurabilmek için bilmiyor gibi davranıyor. Sonuç ne oluyor peki? Sınırı aşmamak için direnen bir erkek ve ona sınırı aşacak cesareti vermemek için çabalayan kadın…


Şimdi bir düşünün bakalım. Evli kadınların erkek arkadaş sayıları neden hep sıfıra yakındır? Kıskanç koca? Zaman darlığı? Kopan bağlar? Cevap pekala birinci seçenek olabilir ancak genel neden kadının erkek arkadaşlara artık ihtiyacı kalmamasıdır. Evdeki kocaları onlara bu konuda yetiyor da artıyor çünkü. Erkekler de aynı durumda aslında, evlenince ortaya çıkan bir kadın arkadaş boşanma sebebidir. Bir erkekle bir kadının arkadaş hatta dost olabileceğini savunan kızlarımıza bir bakın, sevgililerinin yakın kız arkadaşları ile tanışıp arıza çıkarmayacak biri mi? Üzgünüm, öyle bir kadın yok şu dünya üzerinde. Çünkü aslında hepimiz biliyoruz böyle bir şeyin mümkün olmadığını. Doğal olarak da tepki gösteriyoruz bu durumlara. Nasıl bir arkadaşınız sürekli bir karşı cinsten bahsedip arkadaş olduklarını söylediğinde manidar bakışlarla süzüyorsunuz onu? Ya da imalı bir gülümseme yayılıyor yüzünüze? İnanmıyorsunuz çünkü bu arkadaşlığın gerçekliğine. İnanmamayı da sürdürün çünkü karşı cinsler arası arkadaşlıkların çok çok azı arkadaşlık olarak kalıyor.


Tecrübe ile de sabittir, bir erkekle bir kadının arkadaş olması daha doğrusu arkadaş kalması oldukça zor. Sonunun nasıl bittiği önemli değil ama o işte bir şekilde bir pürüz çıkar.


Ha, arkadaş kalabilenler yok mu? Var. Onlara büyük saygımız var. Karşısındakini cinsiyetinden tamamen arındırıp ona sadece insan gözüyle bakabilen öyle kolay bulunmuyor bu zamanda.


Son olarak ülkemiz gençlerinin hayatları boyunca en az bir kez söylediği şu sözü hatırlatmak isterim;


“Kanka ayağı göt ayağı.”


25 Eylül 2012 Salı

Yeşilçam'ın Varisi; Kore Dizileri


Uzak doğuya olan ilgim bundan yaklaşık olarak 6-7 sene önce bir anda ortaya çıkmış bir ilgidir. Şimdi tekrar düşündüm de gerçekten nasıl başladı bendeki uzak doğu sevdası anlamış değilim, ama şu an uzak doğu ülkeleri –özellikle Kore ve Japonya - ile ilgili oldukça geniş bir bilgi dağarcığına sahibim.

Yemekleri, insan ilişkileri, gelenekleri gibi birçok konuda yolum bir gün oralara düşerse beni idare edecek bu bilgilere nasıl ulaştım peki? Cevap oldukça basit; dizileri sayesinde. Her ne kadar diziler bir ülkeyi tanımak için yeterli olmasa da size çok şey öğretebiliyorlar. Kore dizilerinin öğrettiklerine geçmektense dikkatleri başka bir noktaya çekmek istiyorum. Kore dizileri ve Yeşilçam filmleri arasındaki benzerlik…







Benim için sıkıcı ya da eğlenceli, onlarca diziden sonra yadsınamayacak kadar açık bir gerçek haline geldi bu durum. Hatta bir ara “Acaba Koreliler eski Türk filmlerini izleyip o yolda ilerlemeye mi karar verdi?” diye bile düşündüm. Gerçekten size bunları düşündürecek benzerliklere sahipler. Sırayla incelememiz gerekirse;

     1.Zengin erkek- fakir kadın aşkı ya da tam tersi durumlar Koreli senaristlerin en sevdiği konulardandır. Malumunuz bizim dizi ve filmlerimizin de yarısından fazlasına konu olmuş bir durumdur zengin-fakir arasındaki aşk. Ve tabi ki bizdeki gibi abartılı bir şekilde işlenir bu konu.

Mesela zenginler mutsuzdur. Zengin aile çocukları ile ilgilenmez. Annenin hayatı alışveriş yapmak, arkadaşlarıyla toplanıp çay içmek, diğer zengin kadınları çekiştirmek ve yardım kuruluşları için kokteyller düzenlemekle, babanınki ise çalışmak, golf oynamak ve viski içmekle geçer. Çocuklar, sevimli ve ne yaparsanız yapın gıkını çıkarmayan bakıcılar tarafından büyütülür. Bu bakıcılar ömürlerini bu çocuklara adar ve asla evlenmezler. Anne ve babalarının göstermediği o sevgiyi de onlar gösterir. Bu şartlarda yetişen çocuğumuz ise insanları önemsemeyen, para harcayıp eğlenmekten başka bir şey düşünmeyen ve mutsuz insanlara dönüşürler. Hayatta düşündükleri tek insan dadılarıdır. Yalnızca onların yanında kendileri gibi olurlar.

Fakirler ise inadına yaparmış gibi aşırı mutludurlar. Paraları yoktur ama kim takar? Anneleri mükemmel ve sadece çocuklarını düşünen kadınlardır. Babaları ise çocukları için gece gündüz çalışır ancak yeterli parayı kazanamazlar ve bu yükün altında ezilirler. Olsun, günün sonunda hepsi gülümseyerek birbirlerine sarılır ve zengin düşmanlarını çatlatırlar adeta.

Hikayenin devamında ise kız ve oğlan bir şekilde karşılaşır. Fakir olan burs alıp zengin olanın okuluna gider, bir trafik kazası ya da bir çarpışma sonucu fakir kızımız zengin oğlanın dikkatini çeker ancak o diğerinin farkında bile olmaz. Fakir kızlar ne kadar yakışıklı olursa olsun kesinlikle ilk karşılaşmada zenginlere karşı bir şey hissetmezler. Nedenini henüz ben de çözemedim, doğuştan gelen bir şey olsa gerek.

Tahmin edeceğiniz gibi oğlan ya da kız artık hangisi zengin tarafsa, fakir olanın kalbini kazanmaya çalışır ama bu o kadar da kolay değildir. Karşı tarafı kendine aşık etmek oldukça uzun ve meşakkatli bir iştir ve bu süre içerisinde zengin olan karakterimiz insan olmayı, mutlu olmayı ve ailenin anlamını öğrenecektir.
İzleyeceğiniz dizilerde %90 ihtimalle böyle bir hikaye ile karşılaşacaksınız, hazırlıklı olun.

      2.Kanser. Evet, Kore dizilerini izlerken orada yaşayanların yarısının kanser olduğunu düşünmüştüm ama daha sonraki araştırmalarımda böyle bir şey olmadığını öğrenip rahatladım. Bizim zamanında ‘ince hastalığa’ takılmamız gibi Koreliler de kansere takılmış durumdalar. Zengin-fakir aşkında tam ikisi de birbirine karşı bir şeyler hissetmeye başlamışken fakir olanın kanser olma ihtimali yaklaşık %50 falandır, bu konuda doktorlardan daha çok garanti verebilirim.

      3.Kaza sonucunda hafıza kaybetme. Bu o kadar sık kullanılan bir şey olmasa da birkaç kez karşılaşmışlığım var. Özellikle tam her şey düzeliyor dediğiniz zamanlarda güm bir araba kazası… hoop bir hafıza kaybı. Her zaman işe yarar. Biraz dram romantik komedilere bile can katar. Hafıza kaybı ise karşı taraf savaşmaktan yorulmuş bir şekilde ülkeyi terk ederken ya da kendini bir köprüden atmadan hemen önce bir şekilde düzeliverir. Sonunda hafıza kaybı olmasa da trafik kazası bol bol sokuşturulur dizilere. İşte bu da bizdeki kaza sonrası kör olma durumunun değişime uğramış halidir.

      4.Aşk üçgenleri… Bu konu hakkında bir şey söylemeye gönlüm el vermiyor aslında. Dünya genelindeki dizilerde eğer aşk varsa bir aşk üçgeni de kesinlikle vardır çünkü. Aynı erkeğe aşık iki yakın kız arkadaş ya da en yakın arkadaşına aşık olan ama söyleyemeyen bir adam/kadın bolca bulunur dizi alemlerinde. Bu aşk üçgenleri gerektiğinde komedi gerektiğinde dram gerektiğinde ise entrika için yeterli birer malzemedirler. Çeşitlilik ve duygu değişimi sağlarlar, iyidir.

     5. Bir kadının erkek kılığına girip ya para kazanmak ya da sevdiği adama yakın olabilmek için kimliğini saklaması. Bu durum genelde bir erkeğin kadın kılığına girmesi ile daha çok işlenir bizde ama hiç olmazsa erkeklere peruk, makyaj, süslü kıyafetler falan bir gerçekçilik katılıyor. Kore dizilerinde ise erkeğe benzemeniz oldukça kolay; saçınızı kısacık kestirin ve göğüslerinizi saklamanın bir yolunu bulun. Tebrikler, kimse bir kadın olduğunuzu anlamayacak. Bunun nedeni köse Koreli erkekler ya da erkeğe benzeyen Koreli kadınlar mı bilemiyorum ama cicili bicili kıyafetleri ve sevimli gülümsemeleri ile etrafta gezinen güzel Koreli kadınların makyajsız erkeğe benzedikleri fikrine de normal bakamıyorum.






          6. Zoraki evlilikler. Bir zamanlar halkımız tarafından da oldukça rağbet görmüş konudur zoraki evlilikler/birliktelikler. Evdeki Yabancı, Zoraki Koca, Aşk Oyunu zamanlarını unutmamışızdır hiçbirimiz. İşte bu dizi konseptinin aynısı Kore’de de oldukça meşhur. Dolandırılma, aile baskısı ya da çeşitli yanlış anlaşılmalar sonucu aynı evde yaşamaya başlayan çiftin yavaş gelişen aşk öyküsü. Romantizm üzerine bir tutam komedi… Ve 10 numara bir dizi daha. Milyon kez de yapılsa izleyecek romantik ruhlu kadınlar bulunur ne de olsa.

       İşte böyle sevgili okur… Buraya yazılacak daha çok benzerlik vardır elbette, ben en çok göze çarpanları aldım sadece. Dikkatlice incelendiğinde tüm dünya sinemasında böle benzerlikler bulabiliriz. Tesadüfler, yanlış anlaşılmalar, aile zoruyla ayrı düşmeler ve birçoğu. Bu benzerlikleri kaldırdığınızda ise ortada dizisini yapabileceğiniz bir konu da kalmıyor zaten. Sonuçta hepimiz her gün dünyayı kurtaran ya da kimliği belirsiz yaratıklarla savaşan insanlar değiliz. Hepimizin hikayesi bir yerde benzeşiyor ne de olsa.

       Son olarak sevgili okur, eğer “Ben klişeleri severim ama sakız gibi de uzamasın konu” diyorsan bir sezonu en fazla 25 bölüm olan Kore dizilerini öneririm. Bir de çekik gözlü, bebek yüzlü Koreli erkekleri ya da çıtı pıtı, süslü ve sevimli Koreli kadınları beğeniyorsanız… Tadından yenmez.

20 Eylül 2012 Perşembe

Tavsiyelik Dizi; Dating Rules From My Future Self



Elinizde geçmişteki kendiniz ile konuşma imkanınız olsaydı ona ne söylerdiniz?

İşte Dating Rules bu konuyu işleyen bir mini web dizisi. Mini çünkü ilk sezonu 9 bölüm ve her bölüm yaklaşık 7-8 dakika kadar sürmekte. Adının uzunluğuna bakıp korkmaya gerek yok yani.

Dizi, kısaca bir oyun şirketinde geliştirme uzmanı olan Lucy’nin hayatını anlatıyor diyebiliriz. Lucy dört yıllık ilişkinin sonunda bir evlenme teklifi almıştır ama bu evlilik konusunda endişeleri vardır. Bu sırada telefonuna isimsiz mesajlar gelmeye başlar. Onu bu evlilikten vazgeçirmeye çalışan ‘isimsiz’ onun 10 sene sonraki halinden başkası değildir.

Dizinin devamı ise tahmin edebileceğiniz gibi ayrılıklar ve yeni başlangıçlar üzerinden ilerliyor ancak o kadar şeker bir anlatıma sahip ki “Ben böyle olacağını biliyordum” bile diyemiyorsunuz. Zaten nasıl diyeceksiniz, dizi toplamda 70 küsur dakika falan sürüyor.

Dram dolu, konunun gereksiz uzatıldığı dizilerden, boş komedilerden sıkıldıysanız kesinlikle zevk alacağınız bir dizi Dating Rules. Film tadında, ilk sezonu bir günde kolayca bitirebilirsiniz. Bittiğinde yüzünüzde hafif bir gülümseme kalacağına eminim.

Tavsiyeliktir efendim, izleyiniz.

19 Eylül 2012 Çarşamba

İnsan İlişiklikleri


Başlığın saçmalığına bakarsan burada ciddi çıkarımlar yapmayacağımı anlayabilirsin. Aslında bu yazı yenilen büyük bir ‘kazığın’ ardından yazıldığı için öyle güzel düşünceler de içermeyecek.

Malum, konu insanlar olunca o işin içinde mutlaka bir bokluk çıkıyor.

Derinlemesine düşündüğünde arkadaşlık kavramının o kadar bağlayıcı ve önemli olmadığını anlayabilirsin. Arkadaşlığın gereksiz olduğunu savunmuyorum, savunduğum şey ‘arkadaş’ olarak adlandırdığımız bireylerin önemli olmadığı. Arkadaş kazanılması oldukça kolay bir şeydir çünkü. Tek gereken ortak birkaç zevki ve düşünceyi paylaşan iki insanın bir araya gelip bu özelliklerini fark etmeleridir.

Evet sevgili okur, sen de az çok anladın demek istediğimi. Arkadaş bir tür zaman geçirme seçeneğidir. Gülüp eğlenirsiniz, konuşur dertleşirsiniz. Dedikodu yaparsınız birlikte, sinemaya, alışverişe gidersiniz. Önemli meseleleri tartışırsınız. Birlikte zaman geçirirsiniz.

Ama hepsi de zaman geçirmeye değer çıkmaz.

Mesela kötü günlerinde yanında olurlar. Sen sanıyor musun ki seni sevdiğinden teselli etmeye geldi? Yok öyle bir dünya. İnsan karşısındakinin mutsuzluğundan mutlu olan bir canlı. O kıskançlık duygusu öyle keskin bir duygu ki insanlar çevrelerinde kötü duruma düşenlere sevinebiliyorlar. Bakarsan bunu yapmayanımız yok aslında. En iyi niyetlimiz bile sevmediği birinin mutsuz olmasına üzülmeyebiliyor. “Ben asla böyle yapmam” diyenler, üzgünüm, hiç inandırıcı değilsiniz.

Düşüncelerini sonuna kadar dinler ve düşüncelerine değer verirler. Aslında değer verir gibi yaparlar. Çünkü sen kesinlikle ağzından aleyhine kullanılacak bir şeyler kaçırırsın. Bazısı hemen diğerlerine yetiştirir söylediklerini, bazısı ise zamanı gelince kullanmak için bekler. Yani biri boşboğazdır diğeri sinsi. İkisi de birbirinden beterdir.

Yalan söylerler. “Çık, biraz dolaşalım” dersin, işi vardır. İki gün sonra o gün başkalarıyla buluştuğunu öğrenirsin. Bir şeyler yapmak istediğinde hep bir bahane bulur ama başkalarına koşa koşa gider. Bu durumda maalesef sen istenmeyen arkadaşsındır. Düşününce hepimizin bunu yaptığı bir arkadaş bulacaksın. Hah, işte bu durumda o sensin, geçmiş olsun.

Sana güvenmez. Hayatındaki önemli olayları başkalarından öğrenirsin. Gidip sorduğunda ise “Yok bir şey, önemli değil” der. Oysa herkes neler olduğunu duymuştur. Bu durumda kendini suçlamana gerek yok, bu tamamen karşı tarafın angutluğundan kaynaklanır.

Sanırım en kötüsü de bir işin düşünce ortadan kaybolmalarıdır.

Arkadaş kavramı çok ortada bir kavramdır. Ne ‘bir tanıdık’ kadar soğuktur ne de ‘dost’ kadar sıcak. Bir arkadaşı ‘dost’ kategorisine koymadan önce ise uzunca bir süre düşünmek gerek. Bir insan, kendisi de seni dost olarak görüyorsa dost olur.

Diyeceğim o ki sevgili okur, arkadaşla dostu karıştırmamak lazım. Sonuçları oldukça ağır olabiliyor. Eğer sen “Ben ayrım yapmasını bilirim” diyorsan tebrik ederim. Bir ara bize de anlat da katkın olsun.

Hadin, sağlıcaknan…