4 Ekim 2012 Perşembe

Tektipleştirilme


Türkiye’de tek tipleştirilmek çocukluktan başlar.

Çocuk hafiften doğruyu yanlışı ayıracak yaşa geldi mi konuluverir kurallar önüne. Akıllı uslu olması tembihlenir çocuğa. Bu arada bizim akıllı uslu tanımımız da çocuğun çıtını çıkarmadan oturup kendi kendine oyun oynamasıdır. Arabasıyla oynarken biraz “vınn” diye sesini çıkardı mı kafası şişiverir annesinin, ama bu anne dizilerini yüksek sesle izlemekten asla rahatsız olmaz.

Eğer çocuk kızsa durum daha fenadır. Ülkede erkek çocuklarının yaramazlığına göz yumulur az da olsa. “Erkek çocuktur, yaramaz olur” denilir geçiştirilir. Kızlar için ise ‘hanım hanımcık’ diye bir sıfat yaratmıştır büyükleri. Sesi çıkmayan, ancak soru sorulursa konuşan nefes alan porselen bebeklere döndürürler kızımızı. Sonra “Ayy, ne hanım hanımcık kız” diye de överler. Kız dediğin öyle olmalıdır çünkü, sesi çıkmamalıdır diğerlerinin yanında. Biraz meraklı ya da baskın karakterli oldu mu da yerin dibine sokulur. “Pek fena pek, dil de pabuç kadar!”

Çocuk bir şeyleri merak edip sormayagörsün, ebeveynleri çocuklarının sorularını yanıtlamaktan yorulurlar hemen. Birinci görevleri olan doğruları öğretme görevinden kaytarırlar. Kısa, tatmin etmeyen cevaplar hatta bazen soruyu geçiştirecek yalanlar söylenir çocuğa ileride doğrusunu öğrenir denilerek.

Sonra ilkokula başlanır. Bir anda tüm çocuklara bilgi yüklemesi yapılmaya çalışılan bir yere düşüverir çocuk. Herkesin aynı şeyleri bilmesi gerektiğini düşünen sistem hepsine aynı bilgileri öğretmeye(!) çalışır. Eğer bilemezse sınavda düşük not verip cezalandırır öğrenciyi. Kimse neyi merak ettiğini sormaz çocuğa. Bütün bir öğrenim hayatı boyunca neyi bilmesi gerektiği başkalarınca kararlaştırılmış ve hazırlanmıştır. İlgi alanları varsa da o okul dışına atılır. Tüm okul hayatı böyle geçer.

Liseye geçilir ardından. İyi ya da kötü bir liseye yerleşilir. Yerleşilen lisenin puanı düşükse gerizekalı gözüyle bakılır çocuğa. Çünkü herkesin aynı seviyede matematik, fen veya Türkçe bilmesi gerekir. Bunlardan birine kafası basmıyorsa salaktır o insan gözlerinde. Lisede eğlencesine daha da düşkün olur çocuk. Bir hobi kazanmak belki bir müzik aleti çalmak ister. “Sen önce dersine çalış” denir hemen. Dans etmek zaman kaybıdır aileler için, dans kursları da para tuzağı. Müzikle uğraşmak isteyene “Çalgıcı mı olcan?” denir. Sporla uğraşana da karşı çıkılır. “Spora harcayacağı enerjiyi dersine harcasın” diye bir kılıf bulunur. Bizde kılıf çoktur ne de olsa.

Karşı cinse karşı bir şey hissetti mi vay haline, hemen karşı çıkılır ailelerce. Sevgili için her zaman çok erkendir. Lisede önce lisenin bitmesi beklenir, üniversitede ise okul bitip iş bulunduktan sonraya ertelenir. Erkeklere yine bir şekilde göz yumulur belki, ama kızlar katiyen sevgili bulmamalıdırlar. Kızını boş bırakırsan ya davulcuya varır ya zurnacıya değil mi? Sonra dışarıdaki tüm erkekler kızı kullanmaya çalışırlar. Yaşı da küçüktür daha, aşkı nereden bilecek? Karşı cinsten korkan kızlar yetiştirmeye çalışır aileler. Karşı cins bir kız için en tehlikeli şeydir çünkü.

Lise bir şekilde biter. Üniversite dönemi gelir şanslılar için. Tercihlere hemen karışıverir aileler. Eh, onlar dünyaya getirdi, baktı, büyüttü ya, çocuk onların istediği gibi yaşamalıdır hayatını. Onların istediği okullarda okumalı, onların istediği işlerde çalışmalıdırlar. Hepsi doktor, mühendis, avukat olmalıdır. “Şunun aldığı maaş çok iyiymiş” diyerek hazırlanır tercih listesi. Edebiyat, tarih, felsefe, fen bilimleri, güzel sanatlar? Onlar hobidir gözlerinde. İşini eline aldıktan sonra da okur onları. Önemli olan doktor olmaktır. Önemli olan “Oğlum/kızım doktor oldu” diyebilmektir.

Okul bitip de işe başlanınca evliliğe gelir sıra. Bu sefer aileler sıkıştırmaya başlar evlilik için. Eğitimi iyi olsun, kazançlı bir mesleği olsun, eli yüzü düzgün olsun istenir. Belki çocuğun mutluluğu içindir bu istekler ama bir kez olsun onun kararına bırakılmaz bu seçim. Eğitim seviyesi kendi çocuklarından düşükse karşı çıkılır. Geliri çok yüksek değilse karşı çıkılır. Evlendiklerinde uzağa gideceklerse karşı çıkılır. İkisinin de evlenmeye niyeti yoksa kana bulanır ortalık. Hele farklı dindense… Asıl kıyamet o zaman kopar. Bir ömrü beraber geçireceği insana sorulmaz hiç sen istiyor musun diye. Buldukları zaman bir kusurunu kestirip atarlar. Kendi çocukları mükemmeldir ne de olsa. Evlenildiğinde de bitmez karışma isteği ailelerde. Çocukları istedikleri yerlerde otursun, istedikleri zaman gelip gitsinler, istediklerinde çocuk yapsın isterler. Hatta çocuklarının çocuğuna koyacağı isme bile karışır bazıları.

Daha neler dayatılır bizlerin burnuna. Kadın evde oturup çocuk büyütmelidir mesela. Eve erkek bakar, hesabı erkek öder. Kadının cebinden para çıkarsa bu erkekliğe terstir. Erkekler dünyanın merkezinde gibi büyütülür Türkiye’de. Yine de karalarında özgür bırakılmazlar bir türlü. Kadınların büyütülme şekline ise hiç girmiyorum zira hepiniz az çok biliyorsunuz zaten.

Kendimiz bizzat mahvederiz kendi hayatlarımızı. Yetmezmiş gibi çocuklarımıza da yaparız aynı kötülüğü ama böyle görmüşüz. Yapılması gereken bu sanırız. Yapılması gerekenler, kurallar hiç bitmez ki…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder