Türkiye’de
tek tipleştirilmek çocukluktan başlar.
Çocuk
hafiften doğruyu yanlışı ayıracak yaşa geldi mi konuluverir kurallar önüne.
Akıllı uslu olması tembihlenir çocuğa. Bu arada bizim akıllı uslu tanımımız da
çocuğun çıtını çıkarmadan oturup kendi kendine oyun oynamasıdır. Arabasıyla
oynarken biraz “vınn” diye sesini çıkardı mı kafası şişiverir annesinin, ama bu
anne dizilerini yüksek sesle izlemekten asla rahatsız olmaz.
Eğer çocuk
kızsa durum daha fenadır. Ülkede erkek çocuklarının yaramazlığına göz yumulur
az da olsa. “Erkek çocuktur, yaramaz olur” denilir geçiştirilir. Kızlar için
ise ‘hanım hanımcık’ diye bir sıfat yaratmıştır büyükleri. Sesi çıkmayan, ancak
soru sorulursa konuşan nefes alan porselen bebeklere döndürürler kızımızı.
Sonra “Ayy, ne hanım hanımcık kız” diye de överler. Kız dediğin öyle olmalıdır
çünkü, sesi çıkmamalıdır diğerlerinin yanında. Biraz meraklı ya da baskın
karakterli oldu mu da yerin dibine sokulur. “Pek fena pek, dil de pabuç kadar!”
Çocuk bir
şeyleri merak edip sormayagörsün, ebeveynleri çocuklarının sorularını
yanıtlamaktan yorulurlar hemen. Birinci görevleri olan doğruları öğretme
görevinden kaytarırlar. Kısa, tatmin etmeyen cevaplar hatta bazen soruyu
geçiştirecek yalanlar söylenir çocuğa ileride doğrusunu öğrenir denilerek.
Sonra
ilkokula başlanır. Bir anda tüm çocuklara bilgi yüklemesi yapılmaya çalışılan bir
yere düşüverir çocuk. Herkesin aynı şeyleri bilmesi gerektiğini düşünen sistem
hepsine aynı bilgileri öğretmeye(!) çalışır. Eğer bilemezse sınavda düşük not
verip cezalandırır öğrenciyi. Kimse neyi merak ettiğini sormaz çocuğa. Bütün
bir öğrenim hayatı boyunca neyi bilmesi gerektiği başkalarınca kararlaştırılmış
ve hazırlanmıştır. İlgi alanları varsa da o okul dışına atılır. Tüm okul hayatı
böyle geçer.
Liseye
geçilir ardından. İyi ya da kötü bir liseye yerleşilir. Yerleşilen lisenin
puanı düşükse gerizekalı gözüyle bakılır çocuğa. Çünkü herkesin aynı seviyede
matematik, fen veya Türkçe bilmesi gerekir. Bunlardan birine kafası basmıyorsa
salaktır o insan gözlerinde. Lisede eğlencesine daha da düşkün olur çocuk. Bir
hobi kazanmak belki bir müzik aleti çalmak ister. “Sen önce dersine çalış”
denir hemen. Dans etmek zaman kaybıdır aileler için, dans kursları da para
tuzağı. Müzikle uğraşmak isteyene “Çalgıcı mı olcan?” denir. Sporla uğraşana da
karşı çıkılır. “Spora harcayacağı enerjiyi dersine harcasın” diye bir kılıf
bulunur. Bizde kılıf çoktur ne de olsa.
Karşı cinse
karşı bir şey hissetti mi vay haline, hemen karşı çıkılır ailelerce. Sevgili
için her zaman çok erkendir. Lisede önce lisenin bitmesi beklenir, üniversitede
ise okul bitip iş bulunduktan sonraya ertelenir. Erkeklere yine bir şekilde göz
yumulur belki, ama kızlar katiyen sevgili bulmamalıdırlar. Kızını boş
bırakırsan ya davulcuya varır ya zurnacıya değil mi? Sonra dışarıdaki tüm
erkekler kızı kullanmaya çalışırlar. Yaşı da küçüktür daha, aşkı nereden
bilecek? Karşı cinsten korkan kızlar yetiştirmeye çalışır aileler. Karşı cins
bir kız için en tehlikeli şeydir çünkü.
Lise bir
şekilde biter. Üniversite dönemi gelir şanslılar için. Tercihlere hemen
karışıverir aileler. Eh, onlar dünyaya getirdi, baktı, büyüttü ya, çocuk
onların istediği gibi yaşamalıdır hayatını. Onların istediği okullarda okumalı,
onların istediği işlerde çalışmalıdırlar. Hepsi doktor, mühendis, avukat
olmalıdır. “Şunun aldığı maaş çok iyiymiş” diyerek hazırlanır tercih listesi.
Edebiyat, tarih, felsefe, fen bilimleri, güzel sanatlar? Onlar hobidir
gözlerinde. İşini eline aldıktan sonra da okur onları. Önemli olan doktor
olmaktır. Önemli olan “Oğlum/kızım doktor oldu” diyebilmektir.
Okul bitip
de işe başlanınca evliliğe gelir sıra. Bu sefer aileler sıkıştırmaya başlar
evlilik için. Eğitimi iyi olsun, kazançlı bir mesleği olsun, eli yüzü düzgün
olsun istenir. Belki çocuğun mutluluğu içindir bu istekler ama bir kez olsun
onun kararına bırakılmaz bu seçim. Eğitim seviyesi kendi çocuklarından düşükse
karşı çıkılır. Geliri çok yüksek değilse karşı çıkılır. Evlendiklerinde uzağa
gideceklerse karşı çıkılır. İkisinin de evlenmeye niyeti yoksa kana bulanır
ortalık. Hele farklı dindense… Asıl kıyamet o zaman kopar. Bir ömrü beraber
geçireceği insana sorulmaz hiç sen istiyor musun diye. Buldukları zaman bir
kusurunu kestirip atarlar. Kendi çocukları mükemmeldir ne de olsa.
Evlenildiğinde de bitmez karışma isteği ailelerde. Çocukları istedikleri
yerlerde otursun, istedikleri zaman gelip gitsinler, istediklerinde çocuk
yapsın isterler. Hatta çocuklarının çocuğuna koyacağı isme bile karışır
bazıları.
Daha neler
dayatılır bizlerin burnuna. Kadın evde oturup çocuk büyütmelidir mesela. Eve erkek
bakar, hesabı erkek öder. Kadının cebinden para çıkarsa bu erkekliğe terstir. Erkekler
dünyanın merkezinde gibi büyütülür Türkiye’de. Yine de karalarında özgür
bırakılmazlar bir türlü. Kadınların büyütülme şekline ise hiç girmiyorum zira
hepiniz az çok biliyorsunuz zaten.
Kendimiz
bizzat mahvederiz kendi hayatlarımızı. Yetmezmiş gibi çocuklarımıza da yaparız
aynı kötülüğü ama böyle görmüşüz. Yapılması gereken bu sanırız. Yapılması
gerekenler, kurallar hiç bitmez ki…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder