İnsanlardan
çok hoşlanan biri değilim.
İnsan
ilişkilerini meşakkatli ve gereksiz bulurum. Arkadaş olarak kabul ettiğim
insanlar sınırlı sayıda olmuştur her zaman. Yabancılardan ise tamamen uzak
durma eğilimindeyim. Özellikle son zamanlarda duyduğum, okuduğum haberlerden
sonra bu çekincem bir korku halini almaya başladı. Sokakta karşılaştığım tüm
insanları potansiyel katil ya da sapık olarak görmeye bile başlamıştım bir zamanlar.
Birisiyle
tam da böyle bir zamanda tanıştım. Yabancılara bakışımı değiştiren ‘yabancı’lardan
biriyle… Kendisinin adını bilmiyorum hala. Sormadım. Tanışıklığımız bunu
gerektirecek seviyeye de gelmedi zaten.
Her
otobüste karşılaşabileceğiniz alelade bir insan gibi görünebilir gözünüze. Şöyle
bir baktığınızda ortak noktanız olamayacağını düşünürsünüz. Nereden bilebilirsiniz
ki yalnızca birkaç cümle ile hafızanıza kazınabileceğini.
Elindeki
mizah dergisinde çok güldüğü bir karikatürü dürterek bana da göstermesiyle
başladı kısa ilişkimiz. Tanımadığım birinin beni dürterek bir şey göstermesine
alışık değilim. O anki şaşkınlığımla ne yaptığımı çok iyi hatırlamıyorum ama
tepkim onu kendine getirmeye yetti. Yerinde doğrulup küçük bir gülümsemeyle
özür diledi. Tam o dergisine ben kitabıma dönmüştüm ki dayanamayıp neden böyle
davrandığını açıklamaya çalıştı bana.
“Güldüğüm
şeyleri diğer insanlarla paylaşmadan duramıyorum, ne yapayım?”
Hem
bana hitap tarzı yüzünden hem de kitabımı okumamı engellediği için sinir
olmuştum ona. Yaşlarımız birbirine yakındı, tabi ki çok saygılı bir konuşma
tarzı beklemiyordum ama tanımadığınız biriyle de arkadaşınız ile konuşur gibi konuşamazsınız.
Söylediklerini dinlemekten çok bu konuyu aklımdan geçirirken birden durup “Sıkıldın
mı yaa?” diye sorması ise bardağı taşıran son damla olmuştu.
“Farkındaysanız
okumaya çalışıyorum!”
İnsanlara
tahammülü olmayan, burnu havada biri olmadım hiçbir zaman. Çok cana yakın
olmadığım doğrudur ama bu durum diğerlerini aşağılamama ya da azarlamama neden
olmamıştı. Bu ani çıkışım kendimi bile şaşırtmıştı bu yüzden. Hiçbir şey
söylemeden başını dergisine çevirdi ama bu sefer de benim içim içimi yemeye
başladı. Sonunda dayanamadım;
“Biri
bir şey yapmamı engellediğinde kendimi kaybediyorum sanırım.”
“Kötü
bir huy sayılmaz.”
Tüm
konuşmamız bundan ibaretti. Gülümseyerek başını tekrar dergisine çevirdi ve bir
daha birbirimize bakmadık. Tüm yol boyunca bu kısa konuşmayı düşündüm. Aslında o
kadar da kötü bir şey yapmamıştı. Hatası vardı belki ama sonuçta niyeti iyi
değil miydi? Hiç tanımadığınız birine güldüğünüz şeyi göstermenin ne kötülüğü
vardı ki? Ya da bunu neden yapardınız?
İkinci
sohbetim ise yaklaşık bir hafta sonra bir hastanede gerçekleşti. Birden kısılan
sesim yüzünden doktora gitmiştim. Sıramın gelmesini beklerken yanımda oturan yaşlı
bir teyze ile göz göze gelip birbirimize gülümsememiz ile başladı sohbetimiz. Hani
o konuşmak için yer arayan ve sonra susmak bilmeyen teyzeler vardır ya, hah
işte tam onlardan biriydi kendisi.
Teyze
önce yaşımı sormakla başladı işe. Sonra okulum, bölümüm, memleketim, babamın
işi, evimizin yeri derken uzayıp gitti. Sonu gelmeyecekmiş gibi duran sorgulama
faslının bitmesi için dua etmeye bile başlamıştım ki teyzenin biriktirdiği sorular
tükeniverdi. Uzun bir sessizliğin ardında bu sefer teyzemiz kendi dertlerini
anlatmaya başladı.
Uzun
süre konuştuğunu hatırlıyorum ama nelerden bahsettiğini inanın bilmiyorum. Tek hatırladığım
sırası gelmeden önce ettiği şu cümleler;
“Sen
ona ömrünü verirsin, o sana birkaç saatini ayıramaz. Yine de keşke yapmasaydım
diyemezsin ya...”
O
cümleleri öyle bir ifadeyle söylemişti ki… Hiç tanımadığınız birine sarılmak
istediniz mi hiç? İşte tam o an o hissi yaşadım ben. Yerinden zorlukla
kalkarken yardım etmeyi, muayene odasına doğru ilerlerken kolundan tutmayı
istedim, ama yapmadım. Tıpkı biri bir şey istediğinde başkalarının vereceğini,
size gerek olmadığını düşünüp yerinizden kıpırdamadığınız zaman gibi… Gereksiz
bir güvensizlik ya da kibir yüzünden öylece baktım arkasından. Keşke ben de ona
sorular sorsaydım, dedim içimden. Öyle ruhsuzca soruları cevaplamak yerine
karşılıklı sohbet etseydik keşke. Ne değişirdi? Benimle edeceği sohbet ne işine
yarardı onun? Benim sohbetime muhtaç mıydı sanki? Belki de muhtaçtı. O yüzden
konuşmak istemişti benimle.
Sonuncusu
ile ise otobüs durağında karşılaştık. Bu sefer sohbeti başlatan –daha doğrusu
başlatmaya çalışan- o değil bendim. Henüz
okula başlamamış gibi duran sevimli bir kız çocuğuydu. Annesiyle beraber otobüsü
bekliyorlardı. Durağa geldiğimden beri gözüm üzerindeydi. Kız çocuklarına
bayılan biri olarak gıpta ile izliyordum onu ve annesini. Sonunda kafasını
kaldırıp bana baktığında eğilip adını sordum.
O
küçücük çocuk bana öyle bir kendini beğenmişlikle baktı ki gözlerime
inanamadım. Sonra cevap vermeden annesinin yanına gitti. Annesine beni
gösterdiğini görebiliyordum. Annesinin bana suçluymuşum gibi bakıp kızını diğer
tarafına geçirip sıkıca sarıldığını da. Elimde kitaplarım inanamayan gözlerle
onlara bakakaldım. Dışarıdan ne kadar tehlikeli göründüğümü düşünmeye
çalışıyordum. Ne yapmıştım ki? Ne onların bu kadar rahatsız olmasına neden
olmuştu?
Sonra
birden dank ediverdi kafama. Rahatsız olmaları için tehlikeli görünmeme gerek
yoktu. Ben bir yabancıydım ve bu onlara yeterdi. Benim diğer insanlar hakkında
düşündüğüm şeyleri onlar da benim için düşünüyordu. Otobüs gelene kadar onları
izledim. Asık iki surat ve tahammülsüz bakışlar. Yanlarından geçen her insana
her an kızıp bağıracakmış gibi bakıyorlardı. Ben de gerçekten böyle mi
görünüyordum acaba?
Otobüste
benimle bir şey paylaşmaya çalışan çocuğu azarlamıştım.
Hastanede
benimle konuşmaya çalışan teyzeyi ise umursamamıştım.
Kesinlikle
ben de onlar gibi görünüyordum.
Yabancı
dediklerimiz bize ne kadar yabancı aslında?
O
yabancılara ne kadar ihtiyacımız var bizim?
Size
gördüğünüz her yabancı ile konuşmaya çalışın demeyeceğim. Aslında vermek
istediğim bir mesaj falan da yok. Söylemek istediğim tek şey dışarıdakilerden
aslında hiçbir farkımızın olmadığı. Görmediklerimizden, görmezden
gediklerimizden, konuşmadıklarımızdan, aşağıladıklarımızdan, tepeden
baktıklarımızdan farklı değiliz. Hepimiz yabancıyız birbirimize, evet, ama
hepimizin de birbirine ihtiyacı var.